18 Nisan 2008 Cuma

JOSEF

Yıl 1521. 22 yaşında, uzun boylu, yapılı bir gençti Josef. Haftada birkaç kez babası Hristo ile beraber köyleri Ağırnas’tan Ali Dağı’na kadar yürür, kerestelik ağaç keserlerdi. Köylerindeki pek çok yapıda bu gövdeleri kullanırdı babası. Bu işlerle ilgilenen tek usta oydu. Yine öğlene doğru işleri bitmiş, kestiklerini yüklenmiş köye dönüyorlardı. Yoğun sıcak iyice terletmişti ikisini de.

Köy meydanına vardıklarında bir kalabalıkla karşılaştılar. Sıralı duran otuz kadar yeniçerinin başları olduğu anlaşılan iri kıyım bir adam elindeki kağıttan birşeyler okuyordu. Durdular. Bu olayın müspet veya menfi olduğuna karar veremedikleri için daha fazla yaklaşmaya çekindiler. Okuyan adamın karşısındaki kalabalık esaslıydı. Tüm Ağırnas oradaydı belki de. Josef babasına dönüp neler olduğunu sordu. Yaşlı adam da bilmiyordu. Susup dinlediler;

- Ahali! Devletümüz yeniçeri ocağına yeni gençler katacaktır! Köyünüzden de yiğitleri İstanbul’a götüreceğiz. Gönüllü haneler var ise evlatlarını karşı tepeye yollasın. Orada onları sınayacağız. Yetmeyeni biz seçerüz.

Babasıyla birbirlerine baktılar bir süre. Hristo oğluna parlayan gözlerle bakıyordu. “Git oğlum! Kurtar kendini, burada ölene kadar olup olacağın bu. Git orada büyük adam olasın!” Heyecanından konuşamıyordu delikanlı. Önce evlerine gittiler. Mariya yemek hazırlıyordu. Fazla süreleri yoktu, hemen anlattılar kadına olup biteni. Oğlunun göğsüne yapıştı kadın, salya sümük ağladı. Ama o da “Git oğul” dedi. “Git ve kendini kurtar!”. “Ama dinim...” diyecekken tuttu Josef’i babası. Kelimeler adamın ağzından zorla çıkıyordu. Kekeleyerek “Gigitt Josef!”. Çıkardığı son istavroz olduğunun farkında olmadan evden çıktı delikanlı.

Sınanmak için anlatılan yere koştu. Yaklaşık yirmi genç dizilmişlerdi. Önce dişlerine bakıldı, sonra kol ve bacak kaslarına, gözlerinin ne kadar uzağı görebildiğine. Koştular, terlediler ve aralarından bazıları bu testleri geçemeyerek elendi. Onlar yeniçeri olamayacaktı. Kalanlara “Arkanıza dönün!” diye sert bir emir verildi. Döndüler. “İndirin donlarınızı!”. Şimdi hepsi korkusundan tir tir titriyordu. Devşirilme denen şeyin bir parçası da bu muydu yoksa. Çaresiz indirdiler. Bir adam tek tek bütün gençleri inceledi. Ama dokunmadı bile. “Toplayın donlarınızı!” . Aralarından birkaçı daha elendi. Testin ne olduğu anlaşılmıştı. Asker olabilecekler alınacaktı sadece ocağa... Kontrolleri yapan görevli elinde bir kağıda birşeyler yazarak başlarının yanına gitti. Bu kağıtta kökleri Selçuklulara uzanan devşirme için gerekli kural ve esaslar yazılıyordu. Uzunca bir listeydi. O yüzden her devşirme seyahatlerinde yanlarında gezdiriyorlardı bunu.

Kısa bir süre sonra kabul edilenler tek tek okundu. Aralarında Josef de vardı. Bir gün daha ailesiyle kalmasına izin verildi. Ertesi gün sabahtan diğer köylerden toplanan gayrimüslim çocuklarla birlikte İstanbul’un yolunu tuttular. Hayatında bir daha göremeyeceğini bilmiyordu buraları Josef. Erciyes’i bir daha göremeyeceğini bilmiyordu. Hele hele gittiği gibi Bektaşi tekkesinde müslüman olup Sinan adını alacağını, 28 yıl pek çok kanlı savaşta savaştıktan sonra Mimar olacağını hiç bilmiyordu. Mimar Sinan olup dünyanın gelmiş geçmiş en büyük birkaç mimarından biri olacağını söyleseler, kahkahalarla gülerdi herhalde Kayseri’den ayrılırken...

27.09.2007


Kaan TEMİZEL


Hiç yorum yok: