“Off!...Offf durasın biraz...” diye ayağını geri çekti. Canı çok yanmıştı. Masaj yapan kadınlar korkuyla geri gittiler. Yaşının neredeyse yetmiş olması, yürümekte zorlanması, uzun zamandır istediği hiçbirşeyi yiyip içememesi iyice asabi biri yapmıştı artık onu. Şahin bakışları ise yerli yerindeydi. Ondan korkmak doğaldı.
Acıdan kıstığı gözleriyle sıvanmış bacaklarına baktı. Acaba neler oluyordu o uzvun içinde? Sanki iğrenç bir yaratık ayak parmaklarından başlıyor, topukları ve ardından diz kapaklarına kadar kemiriyordu bacaklarını. Sızı yine dayanılmaz dereceye ulaşmıştı. Sesini çıkarmadan eliyle etraftaki herkesi dışarı yolladı. Uzaklaştıklarından emin olunca çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Dayanamıyordu artık. Zaten iki gündür yataktan kalkamamıştı, bu feci ağrılarsa saat başı yokluyordu onu. Daha ne kadar sürecekti “nikris” denen bu illet? Hekimler “ömür boyu” sürer, hafifler ama tam tedavisi olmaz diyorlardı. İnanmak istemiyordu bunlara. Hayat boyu çekilecek eziyet değildi. Uyumaya çalıştı.
Öğleden sonra Sinan’ı yanına çağırttı. Mimar, önünde el pençe divan dururken onu durdurdu. Rahat olmasını istiyordu. Bunca yıllık ilişkinin ardından dostu gibi görüyordu onu. Yanına çağırıp karşısına oturttu. Elindeki mendili sıkarak; “Bilirsin Nahçıvan’dan tahtırevan ile döndüm. Cihan imparatoru artık seferlere at üstünde değil tahtırevan üstünde gidip geliyor. Et yiyemem, şarap içemem, *cima bile eylemem yasaktır artık” dedi ve durdu. Boğazında düğümlenme hissediyordu. İçini çekerek; “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” dedi. Sessizlik sürdü. Sinan susuyor, sadece meraklı bakışlarla sözlerin nereye varacağını bekliyordu. Devam etti sultan; “Kabrimi yapasın!”. Mimar itiraz edecek olduysa da konuşturmadı onu; “Yapasın”. “Ol zeman nereye istersenüz devletlüm” diye karşılık verdi Sinan. Yeni vefat eden karısını kastederek “Onun yanına değil. Aynı camiye, ama onunla yanyana değil”. Başını önüne eğdi mimar. Sultanın eteğini öpmek istese de yine başarılı olamadı. Ayrıldılar.
Biraz uyudu. Uyandığında entarisi tonlarca ağırlık uyguluyordu sanki sırtına. Yatağa yığıldı. Yine kahrolası nöbet gelmişti. “Ooofff!”.
Nazırlar; “Ekabir soylu hastalığı imiş ismi bu illetin. Eti çok yemekten, yağlıyı tuzluyu sevmekten, şarap içmekten, çok cima eylemekten olurmuş” diye konuşuyorlardı kapı ardında. Duyuyordu hepsini, zaten uzun zamandır biliyordu kendisi de bunları. Ama yenilmek yoktu benliğinde. Ağrıları iyice azmıştı. Bağırmalarının arasına “Zigetvar” kelimesini de sıkıştırıp duruyordu.
Yine dediğini yaptı. Hekimlerin tüm uyarılarına rağmen katıldı Zigetvar seferine. Artık atların üstüne yapılan kabinin içindeki bu tahtırevan da rahat ettirmiyordu onu. Yol boyunca büyük eziyet çekti.
Nihayet varmışlardı. Görebilmişti Zigetvar’ı işte.
Ama gece yine lanet olası nöbet yakaladı. Tüm eklemleri güçlü bir köpek tarafından kemiriliyordu sanki. Çıldırtacak bir acıydı bu artık. Vücudu şişmeye başladı. Aniden bir ağrı geldi ki bağırmaya bile mecal bulamadı. Nefesi kesilerek olduğu yere yığıldı. Kırk altı yıllık saltanat son buluyordu.
Ölümden ilk haberi olan Sokullu Mehmet Paşa oldu. Padişahın dönüş süresince öldüğünü yeniçeriler anlamamalıydı. Padişah, olduğu yerde dik durmalı ve bu görünümü yeniçeriler görmeliydi. Yoksa karışıklık yaşanabilirdi. Gece yarısı Sokullu’nun emriyle padişahın tüm iç organları boşaltılıp çeşitli örtü ve toprakla tekrar dolduruldu. Cansız gövde yeniden tahtırevana oturtuldu. Dönene kadar yeniçeriler sultanı orada oturur vaziyette gördüler. Öldüğünü bilmediler. Ölümün saklanması kırk altı gün sürdü. Kanuni Sultan Süleyman’ın dirisi kırk altı yıl, ölüsü ise kırk altı gün saltanat sürmüş oluyordu...
Cima: Cinsel ilişki
Acıdan kıstığı gözleriyle sıvanmış bacaklarına baktı. Acaba neler oluyordu o uzvun içinde? Sanki iğrenç bir yaratık ayak parmaklarından başlıyor, topukları ve ardından diz kapaklarına kadar kemiriyordu bacaklarını. Sızı yine dayanılmaz dereceye ulaşmıştı. Sesini çıkarmadan eliyle etraftaki herkesi dışarı yolladı. Uzaklaştıklarından emin olunca çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Dayanamıyordu artık. Zaten iki gündür yataktan kalkamamıştı, bu feci ağrılarsa saat başı yokluyordu onu. Daha ne kadar sürecekti “nikris” denen bu illet? Hekimler “ömür boyu” sürer, hafifler ama tam tedavisi olmaz diyorlardı. İnanmak istemiyordu bunlara. Hayat boyu çekilecek eziyet değildi. Uyumaya çalıştı.
Öğleden sonra Sinan’ı yanına çağırttı. Mimar, önünde el pençe divan dururken onu durdurdu. Rahat olmasını istiyordu. Bunca yıllık ilişkinin ardından dostu gibi görüyordu onu. Yanına çağırıp karşısına oturttu. Elindeki mendili sıkarak; “Bilirsin Nahçıvan’dan tahtırevan ile döndüm. Cihan imparatoru artık seferlere at üstünde değil tahtırevan üstünde gidip geliyor. Et yiyemem, şarap içemem, *cima bile eylemem yasaktır artık” dedi ve durdu. Boğazında düğümlenme hissediyordu. İçini çekerek; “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” dedi. Sessizlik sürdü. Sinan susuyor, sadece meraklı bakışlarla sözlerin nereye varacağını bekliyordu. Devam etti sultan; “Kabrimi yapasın!”. Mimar itiraz edecek olduysa da konuşturmadı onu; “Yapasın”. “Ol zeman nereye istersenüz devletlüm” diye karşılık verdi Sinan. Yeni vefat eden karısını kastederek “Onun yanına değil. Aynı camiye, ama onunla yanyana değil”. Başını önüne eğdi mimar. Sultanın eteğini öpmek istese de yine başarılı olamadı. Ayrıldılar.
Biraz uyudu. Uyandığında entarisi tonlarca ağırlık uyguluyordu sanki sırtına. Yatağa yığıldı. Yine kahrolası nöbet gelmişti. “Ooofff!”.
Nazırlar; “Ekabir soylu hastalığı imiş ismi bu illetin. Eti çok yemekten, yağlıyı tuzluyu sevmekten, şarap içmekten, çok cima eylemekten olurmuş” diye konuşuyorlardı kapı ardında. Duyuyordu hepsini, zaten uzun zamandır biliyordu kendisi de bunları. Ama yenilmek yoktu benliğinde. Ağrıları iyice azmıştı. Bağırmalarının arasına “Zigetvar” kelimesini de sıkıştırıp duruyordu.
Yine dediğini yaptı. Hekimlerin tüm uyarılarına rağmen katıldı Zigetvar seferine. Artık atların üstüne yapılan kabinin içindeki bu tahtırevan da rahat ettirmiyordu onu. Yol boyunca büyük eziyet çekti.
Nihayet varmışlardı. Görebilmişti Zigetvar’ı işte.
Ama gece yine lanet olası nöbet yakaladı. Tüm eklemleri güçlü bir köpek tarafından kemiriliyordu sanki. Çıldırtacak bir acıydı bu artık. Vücudu şişmeye başladı. Aniden bir ağrı geldi ki bağırmaya bile mecal bulamadı. Nefesi kesilerek olduğu yere yığıldı. Kırk altı yıllık saltanat son buluyordu.
Ölümden ilk haberi olan Sokullu Mehmet Paşa oldu. Padişahın dönüş süresince öldüğünü yeniçeriler anlamamalıydı. Padişah, olduğu yerde dik durmalı ve bu görünümü yeniçeriler görmeliydi. Yoksa karışıklık yaşanabilirdi. Gece yarısı Sokullu’nun emriyle padişahın tüm iç organları boşaltılıp çeşitli örtü ve toprakla tekrar dolduruldu. Cansız gövde yeniden tahtırevana oturtuldu. Dönene kadar yeniçeriler sultanı orada oturur vaziyette gördüler. Öldüğünü bilmediler. Ölümün saklanması kırk altı gün sürdü. Kanuni Sultan Süleyman’ın dirisi kırk altı yıl, ölüsü ise kırk altı gün saltanat sürmüş oluyordu...
Cima: Cinsel ilişki
Kaan TEMİZEL
06.10.2007 - Cumartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder